Tabii nostalji derken en az altmış senelik filan olması gerekir.
İşte bu anılarda o kadarlık neredeyse.
Ben 7-8 yaşlarındayım. Rahmetli babamla Kipur gecesi talletlerimizi alıp yemekten sonra yaya olarak Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu’na gidiyoruz.
Aslında dolmuşa da bindiğimiz olurdu ama benim aklımda kalan anıda yayan gidiyoruz.
Eylül ayı olmasına rağmen sıcak halen etkisini gösteriyor ve hepimiz terliyoruz. 7-8 yaşlarında olmama rağmen takım elbise ve kravat giyiyorum. Tam tombul ve küçük bir beyefendi gibiyim.
Henüz rahmetli Rav Nisim Behar’ın Apolon Sinagogu’ndaki Tora derslerine de devam ediyorum. Yani dini bütün bir Yahudi olma yolundayım. Babam tam öyle olmasa da dini geleneklere uyan ve Ravların dediklerine de pek kulak asmazdı. Ama iyi bir Yahudi idi diyebilirim. Kime göre iyi? Ben biliyorum onu tanıyanların hepsi de bunu söyleyebilir.
Neyse, kan ter içinde Zülfaris Sinagogu merdivenlerini zar zor çıktıktan sonra talletlerimizi gerekli duası ile giydikten sonra, aslında rahmetli büyükbabam Rafael Sadi’nin oturduğu sandalyelerde oturarak aile geleneğini idame ettirmeye başladık. Diğer amcalarım İsrail veya Ada’da olduklarından bu makamı doldurmak babam ile bana nasip olmuştu. Aynı sinagog müritleri (yehidleri) olarak Yanni ve Eryanni kardeşler, Almaleh ailesi… Halen Shlomo Almaleh ile Whatsapp ve Facebook sayesinde yazışabiliyoruz. Ve en önemli isim ise Hason ailesi idi. Rober Hazon birinci sınıftan arkadaşım. Eh 8 yaşında iken henüz 1-2 yıllık bir arkadaşlığımız vardı demekki. Babası rahmetli adaşım Rafael Hason babamın Tahtakale’den tanıdığı, büyükbabası ise Sinagog’un Hazanı idi. Rober Hason’un rahmetli annesi Bayan Edit’in babası. Tabii en az benim kadar tombul kardeşi Baruch da büyüdükçe bizimle beraber olacaktı.
Kipur günü deri ayakkabı giyilmemesi gerektiğini Hason’un büyükbabasının örnek olmasından öğrendik.
Kipur gecesi kulağımıza yabancı olmayan Türk sanat müziği makamları ile söylenen dini ilahiler. (Piyutim) ile sona erer ve az biraz da halsizlikle yine de Bankalar Caddesi yokuşunu bütün cemaat bir arada tırmanırdık. Ben hep geride kalır babam da beni beklemek zorunda kalırdı. Dedim ya tombul bir çocuktum. Hoş halen de öyleyim ve yokuş yukarı tırmanmakta pek usta sayılmam. Kalbimin by-pass ameliyatından sonra da sadece yüzde 50 randıman ile çalıştığını öğrendikten sonra yokuş ve yürüyüşlerde epey zorlanıyorum. Olsun hayata devam ediyoruz.
Bankalar Caddesi’ni bitirip Refik Saydam Caddesi 73 numaradaki Verter Apartman’a geldiğimizde rahat bir nefes alıp yatağın yolunu tutardım. Televizyon veya radyo açılmazdı. Televizyon bizim evde henüz yoktu, daha hiçbir kanal da yoktu . Sadece 1968 yılında Teknik Üniversite deneme yayınlarında Halit Kıvanç’ın sunduğu bir programı izlemiştim. Mahallenin tek televizyon sahibi evinde o da komşumuz Albert Mizrahi abimizin evinde eşi Madam Donna kızı da benden birkaç yaş büyük olan Rejin idi. Cici bir kız idi. Sanırım halen öyledir.
Albert abinin de adı televizyon sebebi ile Abert televizyon olarak yer edinmişti.
Oruç günlerinde oruç alındıktan sonra yemek yemek, su içmek yasaktır. Yemek yememek sorun değildi stoktan idare ederdim. Ama su hele hele yemekten sonra içeride kaynayan yanardağı söndürmek için herkes uyuduktan sonra buz gibi suyu götürmek kaçınılmazdı. Valla günah mı değil mi biliyoruz da gerçek budur.
Sabahları kahvaltı etmemek de sorun değildi. Zaten kalktıktan sonra yüzümüzü yıkayıp yine takım elbise ile Bankalar Caddesi’nin yolunu tutardık. Bu kez tallet taşıma derdi yoktu. Aslında gerek Şabat günü gerekse Kipur günü Yom Tov kuralları çerçevesinde bir şey taşımak yasaktır. İş yapmış sayılıyor. Ki iş yapmak yasaktır. Sinagog’a vardıktan sonra talletlerimiz oturduğumuz koltuklarda bizi beklemekteydiler ve duamızı yapıp üzerimize örttükten sonra Ravlar ile hazanların okuduklarını dinlemeye başlardık. Ne okuduklarını ne de anlamlarını bilemedik yıllarca. Ta ki ben İsrail’e gelene kadar ve İbranice’yi anlayana kadar Türkiye’deki Yahudiler de din kitaplarının Türkçe’ye tercümeleri ile yazılanları anlamaya başladık. Hoş, İbranice bilmek de din kitaplarındaki lisanı anlamaya pek yetmemektedir. Dini lisan çok farklı ve eski Osmanlıca gibidir. Türkçe tercümeyi okumak daha anlaşılır tabii.
Kipur günü dini ritüelleri arasında en ilgi çeken kısmı açık arttırma ile satışa çıkartılan Tevrat rulolarının taşınması ve okunması ihaleleridir.
Herhalde rahmetli olmuştur bir Şamas Teva’ya çıkar ve Ladino lisanında Siyen Por El Sefer Rishon diye birinci Sefer Tora’nın taşınması için arttırmayı açardı. Birkaç kişi arttırdıktan sonra ki Zülfaris Sinagogu’nda bu arttırma çok fazla müşteri bulamazdı çünkü katılan müritler (yehidler) orta sınıf ve alt tabakadan Yahudilerdi. Esas ihale Neve Şalom Sinagogu, Büyük Ada ve şimdilerde de Ortaköy Sinagog’larında yer almaktadır.
O zamandan beri bana ters gelen konu ise en kutsal gün olan Kipur gününde öylesi aleni bir parasal ticaretin hem de Tora yazıtları üzerinden yapılması garip gelmiştir. Halen de garip gelmektedir. Ancak toplanan bu paralar gerek sinagog gerekse sinagog görevlilerinin maaşlarının ödenebilmesi için gereklidir.
Bu arada aklıma gelen bir anekdotu anlatmadan edemeyeceğim.
New York’taki bir sinagogdaki hazan rahatsızlanmış ve Kipur günü duaya ve seremoniye katılacak Hazan bulmamışlar. Cemaat hahambaşılığına danışmışlar ve Moskova’dan yeni gelmiş çok ünlü bir Hazan’ın ismini telefonunu edinmişler.
Hemen sarıldılar telefona Boris çıkmış telefona tamam demiş fiyat 15 bin Dolar. Bizimkiler şaşırmış “Ne diyorsun olur mu” demişler. “Fiyat bu” demiş Boris efendi ama “memnun kalırsınız” demiş ve banka hesap numarasını vermiş “Parayı bugün havale ederseniz Kipur gecesi orada olurum”. “Tamam da” demişler “Niye önden alıyorsun ki parayı bitir işini öderiz burası saygın bir sinagogdur” deseler de adam “Olmaz” demiş “Parayı bugün havale etmezseniz gelemem” diye tutturmuş.
Çaresiz aynı gün para Boris efendinin hesabına havale edilmiş.
Kipur gecesi de günü de Boris efendi müthiş bir performans ile herkesi mest etmiş. Herkes memnun. Sinagog’un Gabay’ı yanına yaklaşarak teşekkür etmiş. Ve “Merakımı mazur görün bu parayı önceden talep etme konusunu pek anlayamadık neden” demiş adam.
Boris ise gayet soğukkanlı olarak “Sesimin bu kadar gür çıkmasının sebebi paranın hesapta görünmesiydi. Yoksa bu kadar iyi olmayabilirdi” demiş.
Kısaca para ve din adamları arasında basit de olsa bir ilişki var kuşkusuz.
Zülfaris Sinagogu Gabay’ı ise kimin kaç para bağışta bulunduğunu sinagogun idari odasında tükenmez kalemle not etmekteydi. Yasak tabii ama yoksa kim kaç para taahhüt etti nasıl bilecekti. İsrail’deki sinagoglarda daha ilginç bir usul var ve önceden hazırlanmış harfler ve rakamlar kağıt ataçlar ile tutturulup isimler ve rakamlar tutturuluyor. Bir çeşit takkiye de olsa yazı yazmıyorlar ama ortada bir iş ve para dönüyor aslında.
Kipur günlerin in en önemli bölümü Neila kısmıdır ki buraya gelindiğinde kapanış kısmı olduğundan bitmesine yakın demektir.
Robert Hason ve birkaç küçük çocuk sıkıldığımızda sinagogun bahçesinde hava alırdık ama su içmezdik.
Dua kısmı ve huşu içinde dinlenen Şofar sesinden sonra Şamaş ve yetkililerin hazırladıkları cam şişelerdeki sular ile oruç kesilir ve yola konulurdu. Bu kez dolmuşa binebilirdik ve babam da cimrilik etmez dolmuş yoksa taksi çeker bizi eve götürürdü.

Oruç kesme ilk lokması taze ekmek üzerine dökülmüş zeytin yağı veya ayçiçek yağı ve tuz idir. Bu gelenek bizim evde halen devam eder.
O zamanlar gündüz yenmemiş olan bütün öğünler sabah kahvaltısından başlanarak öğle ve akşam yemeklerine kadar yenirdi. Yenirdi ama en fazla kalp krizleri de Kipur çıkışında yaşanırdı. Günümüzde yağlı ekmek ve bir bardak çay veya kahveden sonra bir şey yememek daha doğrudur. Tabii ki yaşımız ilerlediği için. Bu arada birkaç yıldır tam oruç tutamıyor ve gerek şeker hastalığım gerekse diğer ilaçları alma zorunluluğumuzdan dolayı kısmi oruç tutabiliyoruz. Artık sağlık en ön önemli konudur. Yüce Tanrı’nın da bizi anladığından da kuşkum yoktur.
RAFAEL SADİ
guzel bir nostalji gezisi…