Kurtuluş Savaşında ve diğer savaşlarda Türk Yahudilerinin Tepkisi Neydi ?
ELİF TERZİ
Sonu başa alarak, karşımıza çıkacak olan Siyon Katır Birliği’nden başlayalım. Çünkü savaşlarda antisemitlerin verdiği, verebileceği en önemli örnek, Çanakkale Savaşı’ndaki çoğunluğu Rus Yahudisinden oluşan Siyon Katır Birliğidir. Bu birlik, Büyük Britanya Krallığı’nın emri altındadır. Çanakkale’de, İngilizler Katır Birliği’ne silah vermemişlerdir, sadece levazımda kullanılan bir birliktir. Yalnız sorun şudur ki, bu insanlar zaten Osmanlı vatandaşı değildir ve bulundukları ülkelerin ordusu için hizmet etmeleri de Türk Yahudilerini bağlamaz ! Eğer Türk Yahudileri de geneli itibariyle aynı tutumu sergilemiş olsaydı, eleştirilerinde haklı olurlardı. Ayrıca Türkiye’de artık birçok konu mademki din üstünden tartışılıyor o zaman Yahudilerin Talmud’da geçen ‘’ Yaşadığın ülkenin kanunu senin kanunundur. ‘’ ve Tevrat’ta geçen ‘’ Seni yetiştirdiğim kentin barışını gözetecek ve Tanrı’ya bunun için yakaracaksın. ‘’ emirlerini göz önünde bulundurduğumuzda ne Rus Yahudilerinin bulundukları ülke adına Çanakkale’ye gelmeleri tuhaftır ne de Türk Yahudilerinin Çanakkale de dahil olmak üzere düşmana hatta Rus Yahudilerine karşı savaşmaları tuhaftır. Ama tuhaf olan bir şey vardır ki o da Rus Yahudisinin yaptığının acısını Türk Yahudisinden çıkarmaktır ! Kaldı ki bu ayrımı Osmanlı da yapmıştır. Mesela Osmanlı, tebaasından olmayan Rusya Yahudilerinin Filistin’e yerleşmelerini engellemek için sıkı şartlar uygulamış ve Osmanlı ile Osmanlı olmayan Yahudilere ayrı muamele yapmıştır. Yerli ve yabancı ayrımı, Osmanlı idaresinin tebaası olan Yahudileri diğerlerinden ayrı tutmaya devam ettiğini göstermesi açısından önemlidir1.
Gerçi Siyon Katır Birliği’nden bahsedenler nedense Çanakkale’de savaşan Türk Yahudilerinin de adını anmazlar. Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı saflarında savaşan gazi üsteğmen Moshe Sharett gibi ! Savaş patlak verince hukuk eğitimini yarıda bırakıp orduya katılması anlatılmaz ! Eliyas Kohen, İzak Molho, Gelibolulu Efraim Ben Varon savaşta paşa olarak görev alan insanlardandır ! Jozef Enrekave, Çanakkale’de Alman subaylarla birlikte görev yaparken Nesim Avran Eskinazi, 1916 Çanakkale Anafartalar’da kıdemli gedikli başçavuş olarak görev almıştır2 ! Ayrıca Edirne’den Mayer oğlu Nesim, İsak oğlu Nesim, Yasef oğlu Nesim Efendi, Sabıt oğlu Nesim; Casım oğlu Avram; Isparta’dan Sem’un oğlu Yuda; Bursa’dan Refail oğlu Mıson, Mıson oğlu Mırkado; Nevşehir’den İsak oğlu Avram; Niğde’den Avraham oğlu Liyon; Tekirdağ’dan Yusuf oğlu Yuda; Ankara’dan Mıson oğlu Paso, Markado oğlu Hayem; İstanbul’dan Avram oğlu Nesim, Haım oğlu Mayır, Avram oğlu Kamil3 ve daha fazlası Çanakkale’de şehit olmuşken bu insanlardan da neden bahsedilmez ? Çanakkale ve çevresinde düşman işgalinin başlamasıyla birlikte kurulan ve zaman zaman işgal güçleriyle çarpışmaktan geri durmayan milli bir çetenin üyesi olan Gelibolulu Yahudi Behor’u4 da anmamamız mı gerekiyor?
Ya da bizim Hasan Tahsin olarak bildiğimiz Osman Nevres’in yaptıklarını, Sabetayist olduğu için göz ardı mı edeceğiz? Hasan Tahsin, ‘’ ilk kurşun ‘’ olarak bildiğimiz kurşuna gelene kadar Soner Yalçın’ın Efendi5 adlı kitabına göre birkaç kurşun daha atmıştır. Kurşunlarından biri 1911’de İtalya ve Osmanlı orduları Trablusgarp savaşındayken, İsviçre sinemalarında Osmanlı aleyhine bir film gösterildiğinde Neuchatel’deki sinemanın beyaz perdesine peş peşe atılmıştır. Diğer kurşun, Teşkilatı Mahsusa fedaisi olarak Bükreş’teyken, Balkan ülkelerinin İngiltere safında yer alması için Balkan Cemiyeti’ni kuran İngiliz Noel ve Leland Buxton kardeşler bir konferanstan çıkarken atılmıştır. Üçüncü kurşun da, hepimizin bildiği gibi 1919’da İzmir’e çıkarma yapan Yunan Efzon Alayı işgal askerine kurşun yağmuru şeklinde atılmıştır ve orada öldürüldüğü yetmediği gibi cesedi de parçalanmıştır! Frenk Mahallesindeki evi de dağıtılmıştır. Bu arada döneminde olan çok ilginç bir tartışmayı6 da eklemek istiyorum. Köylü gazetesi başyazarı Mehmet Refet’e göre, Hasan Tahsin, kız kardeşi Melek hanımı başı açık olarak Frenk sinemasına götürdüğü için alenen Bolşeviklik propagandası (!) yapmakta suçlamıştır. Hasan Tahsin de tüm bu suçlamalara gazetesinde verdiği yanıtta; “Biz Osmanlı vatanseveriyiz, bu yüzden 1917’de kuzey komşumuz Bolşevik Rusya’da gerçekleşen devrimle bir gönül bağımız olamaz, biz hürriyetçi sosyalizmden yanayız. ” diye cevap vermiştir. Sonuçta Hasan Tahsin vatanseverliğinin imzasını kanıyla atarken Mehmet Refet de daha sonradan vatan haini 150liklerden olmuştur!
Ayrıca 1916 – 1918 yılları arasında ise, İzmirli Yahudilerin bir kısmı, askere alınmamış tüm erkekler ve kadınlar, tarımsal üretimi artırmak amacıyla kurulan Tarım Alayları ve Çiftçi Taburları’nda çalışırken, bir kısmı da ordunun giyecek gereksinimlerinin karşılanması için, günde on iki saat orduya hizmet vermiştir. Terzi olarak ve ayakkabı hazırlamakla görevlendirilmişlerdi7.
Osmanlı’nın 1914 yılı Eylül ayında askerlik çağrısına da kimi Yahudiler hızlıca yanıt verirken kimileri de askere giden Yahudilerin bedelini katliam şeklinde ödemiştir. Neşir Heyeti’nde Tarihçilerin Kutbu lakaplı Halil İnalcık’ın da bulunduğu Osmanlı Araştırmaları’nda, Salahi R. Sonyel’in Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu, Kurtuluş Savaşı ve Museviler8 adlı çalışmasında bu konuda, devrinde Erzurumlu tanınmış bir Yahudi olan Ben Levi’den örnek verilir. Levi, sonraları Amerika’ya göç etmiştir. Californiya’da Vacaville’ye yerleşen Scott ve Elihu Ben Levi adlı iki Yahudi 24 Kasım ve 11 Aralık 1983 tarihli San Fransisco Chronicle adlı gazetede yayımlanan açık mektuplarında, 1915 yılındaki sözde ‘Ermeni Kırımı’ndan’ çok önce, Ermenilerin, Yahudi halkını ‘’ da ‘’ katliama tabii tuttuklarını açıklayarak şunları belirtmişlerdir:
‘’ Musevi veya Müslümanlarla en küçük ilişiği olan her şeyi yıkmak meyli gösteren Hristiyan Ermenilerin, bugünkü Türkiye’deki Erzurum yakınlarında yaşayan yakın ailemizin 148 mensubunu katlettiklerine, kendi ailemizin birkaç mensubu tanık olmuştur.
Ermeniler, kendi tarihlerine bakarak, geçmişte komşularına, özellikle Yahudi komşularına ne denli zararlar getirdiklerini görmelidirler…
Yahudileri imha etmede, Ermeniler kendisine yardımcı olursa onların bağımsızlıklarını tanımaya söz veren Hitler’le Ermenilerin işbirliği yaptığı iyi bilinir.
Ermeniler, aynı zamanda, Rusya komünistleriyle de birleşerek Yahudilere karşı eylemlerde bulunmuşlardır. Anlaşılan, kendi kirli geçmişlerini ve bugünkü sefil durumlarını kabullenmeyi dilemiyorlar. ‘’
İzmir’in işgalinde de Yunanlıların yapmış oldukları katliamlar üzerine, İzmir İtibar-ı Milli Bankası Müdürü Albert Ferid Asseo, bankaya ait senet ve kıymetli evrakı, Osmanlı Bankası kasalarında güvenceye aldıktan sonra, kendisine bir İtalyan subayı süsü vererek, İtalyan Liman Müdürü’nden sağladığı bir kayıkla, açıkta demirli İtalyan Duillio zırhlısına gitmiş ve kentte olup bitenleri İtalyan komutana anlatarak müdahale edilmesini istemiştir. İtalyan, Fransız ve İngiliz komutanlar Yunan kumandanına bir nota vererek kanlı olayların durdurulmasını sağlamıştır ki İzmir işgal edildiğinde, Kadifekale’ye çekilen Yunan Bayrağını direğe tırmanıp indiren bir Yahudi gencidir. İzmir’in işgalinden hemen önceki günlerde kenti ziyaret eden İngiliz General Dixon onuruna düzenlenen kabul töreninde, Kordon boyundaki Splendit Oteli’ni basan bazı Rumlar, balkondaki Türk bayrağını indirip Yunan bayrağını çekince, Bergamalı Nesim Navaro adındaki Yahudi genç, Yunan bayrağını indirerek Dixon’un önünde ayakları altına alarak çiğnemiştir. ( Sonrasında Yunanlılar tarafından askeri mahkemede idama mahkum edilip asılır ) Tire’de yaşayan Yahudiler de, işgal ordusunun hareketiyle ilgileri bilgileri devamlı şekilde milli kuvvetlerimize bildirmişlerdir. Bayındır’da ise Jak Uziyel adında bir Yahudi, Mustafa Kemal’in casusu olduğu iddiasıyla Yunan makamlarınca tutuklanıp hapsedilmiş, sonra kent dışına sürülmüştür. Aydın işgal edildiğinde de Yahudiler, Yunan bayrağı asmadığı gibi cemaat başkanı Behor İsak Halegua Yunanlılar’ı karşılamaya giden Belediye heyetine katılmayı reddetmiştir. Yasağa rağmen evlerinde Türkleri saklayan ve onları teslim etmeyen Katan ailesinin evini de Yunanlılar yakmış ve Ruben Katan alevlerden kurtulsa da eşi Coya Katan yanarak ölmüştür. Bursa Yunan işgalinde kaldığı süre içinde de, Yahudiler Yunan bayrağı asmamıştır. Yunan işgal makamlarının yaptıkları toplantılara Yahudi cemaati temsilcileri de katılmamıştır. Sular İdaresi binasında düzenlenen bir toplantıya, bozulan şehir su şebekesinin tamiri konusunun görüşüleceğini sanarak katılan Kemal Levi, Nesim Saban ve Palaçi, toplantıda ‘’ Bursa’ya özerk vilayet statüsü verilmesi ‘’ konusunda tartışma açılması ve komisyon kurulması girişimlerine şiddetle itiraz ederek tutanakları da imzalamamıştır.
Kilis ve havalisinde de Müdafaa-i Hukuk Milliye Merkeziyesi’ne yardım edenlerden biri de Murdoh Şireyim’dir. Marmara Adası işgal edildiğinde de ada halkına savunma için silah sağlayan Mordohay’dır. İstanbul’daki kösele tüccarı Nesim Danon Efendi de, yanında çalıştırdığı insanlarla birlikte, Anadolu’ya gizlice silah ve cephane gönderenlerdendir. Yine İstanbul’un Amerikan Mandası’na verilmesi söz konusu olduğu günlerde konuyu incelemek üzere gelen Amerikan heyetine diğer azınlıklar olumlu cevap verirken, sadece Hahambaşı Haim Nahum Efendi, Aşkenaz Cemaati Başkanı Hanri Reissner, Emanuel Karasu ve Profesör Mişon Ventura’dan oluşan Yahudi Cemaati heyeti, kesin muhalefet ederek ‘’ İstanbul’da ancak Türk hakimiyeti ‘’ savını savunmuşlardır! ( Naim A. Güleryüz, 2012 ) Bu isimlerden Haim Naum ve Emanuel Karasu , eski başbakan Necmeddin Erbakan tarafından ‘’ ırkçı emperyalist9 ‘’ olarak ifade edilir. Bu nasıl bir ırkçı emperyalizmdir ki Amerikan mandasına karşılık bu isimler tarafından Türk hakimiyeti istenmektedir! Yine Haim Nahum, Erbakan tarafından İsmet İnönü’nün müşaviri, Mısır Hahambaşısı olarak ifade edilmiştir. Halbuki Hayim Nahum 24 Ocak 1909’da Hahambaşılığa seçildikten sonra bizzat Osmanlı tarafından 12 Temmuz 1909’da ‘’ atanma beratı ‘’ ile Hahambaşılığa atandı ve bırakın Mısır Hahambaşısı olmayı tüm Osmanlı sınırlarındaki Yahudilerin temsilcisi haline getirildi. Lozan görüşmelerine danışmanlardan biri olarak bir Yahudi’nin gitmesi de büyük bir gaflettir tabii. Ama aynı Hayim Nahum’un Osmanlı döneminde de diplomatik faaliyetlerde bulunmasına bizdeki antisemitler ses çıkarmaz. Şöyle ki, Hayim Nahum, 1915’de bir İngiliz diplomatla barış şartlarını görüşmüş ama başarısız bir görüşme olmuş ve şartlar Osmanlı tarafından kabul edilmemiştir. 1918’de yaptığı Avrupa yolculuğuyla da Batı Yahudilerini Osmanlı Devleti lehine çevirmeye çalışmıştır! Yine 1918’de İttihat ve Terakki Hükümeti düştüğü zaman, Osmanlı Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında bağlantı kurması için Sadrazam İzzet Paşa tarafından görevlendirilmiştir. Osmanlı zamanında Hayim Nahum’un görevlendirilmesinde bir sorun yok ama söz konusu Türkiye Cumhuriyeti olunca sorun var! Erbakan konuşmasında Hayim Nahum’un Avrupa’ya gidip karşı tarafa Lozan’ı yalandan imzalayın, asıl olan Sevr olsun, dediğini de söyler. Tercüman eksikliğinden olsa gerek (!) Hayim Nahum’un sözünü kimse anlamamış ve Lozan Görüşmeleri sekiz ay sürmüştür! Ayrıca Hayim Nahum’un bir sözüyle Lozan Anlaşması kabul ediliyorsa kendisine teşekkür ederiz, çünkü Lozan Türkiye’nin tapu senedidir! Şunu da belirtmekte yarar vardır. Hayim Nahum aynı zamanda aydın bir aktivisttir. İzmir İdadisi’nden sonra Paris’te gittiği Haham Okulu, özgürleşme çağında Yahudi köktendinciliğine kafa tutan Batı Yahudiliğinin kurduğu bir okuldur. Eğitiminden sonra Doğu Yahudilerini aydınlatmak için de çalışmaları olmuştur. Alyans’ın ilerici hahamlar yetiştirme projesinde de çalışmıştır. ( Alyans okulları, kökeni Fransa olan ve pek çok ülkede kurulan Yahudi okullarıdır ). Okuduğu okulun ürünü olduğu için, bu başına işler de açmış cemaatin yönetici kesimiyle ilişkileri bozulmuş, yaptığı çalışmalar Alyans karşıtları tarafından kendisini hedef tahtasına oturtmuştur. Bütün bunlar henüz haham olmadan olmuştur. Hatta haham olunca Almanya’daki bazı Yahudi cemaatleri İstanbul’a aleyhinde mektuplar göndererek, kendisini dini konularda çok serbest fikirli olmakla suçlamışlardır. Sonradan buna İngilizler de katılmıştır çünkü onlar da Nahum’un Yahudi cemaatinin yönünü Fransa’ya çevirmesinden çekinmişler ve aleyhinde güçlü bir propaganda yapmışlardır10. Meyvesini almış olacaklar ki Kasım 1919’da Monitor Oriantal’a ‘’ Türk hükümetine karşı eski tutumumuzu devam ettireceğiz. Yani doğruluk ve sadakat… ‘’ ( Ali Güler, 2009 ) diyen ve bunun aksine bir tutumu olmayan bir insan günümüzde bile Yahudileri kötülemek için kullanılan argümanlardan biri haline getirilmiştir. Konuyu dağıttığımın farkındayım ama Hayim Nahum Türkiye’deki antisemitizm içinde çok kullanıldığı için bir parantez açmak durumunda kaldım. Bu şahısların bakış açısıyla tek bir soru sorarak kapatıyorum : Hayim Nahum’u kötüleyerek, siz de İngiliz ve Almanlara mı hizmet ediyorsunuz?
Dönelim…
1922/23 yılında Yahudi Öksüz Kurumu, sadece İstanbul’da bin beş yüz öksüz çocuğa bakmaktaydı ki bunların çoğu savaş öksüzüydü. İstanbul Haydarpaşa Mahallesi’ndeki Yahudi mezarlığında Birinci Dünya Savaşı’nda ölmüş yetmiş Yahudi genci gömülüdür.
Edirne’nin La Boz De La Verdad gazetesi İstiklal Savaşı’na gönüllü katılmış olup, zaferden sonra evlerine dönen beş Yahudi gencinden bahseder. Bu gençler Kemalist kuvvetler arasında daha başka Yahudi gönüllülerin bulunduğunu da anlatırlar.
Bursa’dan Avukat Kemal Ben Yosef Levi İkdam gazetesinde, son savaşlar sırasında sadece Bursa’dan 250 Yahudi’nin ölmüş olduğunu söyleyip Bursa’da Yahudi nüfusunun 2500 civarında olduğunu belirtmiştir. Kemal Ben Yosef Levi, kendisinin de bütün savaş boyunca askerde olduğunu belirtip savaşta ölmüş olan aile yakınlarının künyelerini de vermiştir11.
Bir de Selanik konusu vardır. Antik dönemlerden bu yana Yahudiler Selanik’te vardı fakat İspanya’dan göçlerle ve Osmanlı’nın fethiyle birlikte bu sayı artmış ve 1913 yılına kadar da Selanik halkının neredeyse yarısı Yahudilerden oluşmuştu. Selanik, Yunan idaresine geçtiğinde Yunanistan’ın diğer bölgelerindeki Türk dostu Yahudi toplumlar şiddetle cezalandırılırken Selanik’te ise, şehre girişlerinin ilk iki ayı hariç, Yahudi dostu bir siyaset uygulanmıştır. Ama Yahudiler işgalci olarak nitelendirdikleri Yunanlılara yakınlık göstermeyi bırakın düzenlenen zafer törenlerine de katılmamışlardır. Yunan ordusu şehre girdiğinde Rumların coşkusuna ortak olmamışlardır. ‘’ M. Allatini ‘’ okulu hocası J. Kohen’in bu konudaki görüşleri onların duygularını yansıtmaktadır:
‘’ Şunu söylememizde yarar var, bir Yahudi’nin zihninde bayram kavramı bulunmamaktadır. O yenilene yakışan doğru ve görgülü bir tutum benimser. Silahlar önünde eğilir, ancak en değerli duygularını çiğneyen galibi coşkuyla karşılaması da olanaksızdır.
Sahip olduğumuz bir şeyin gerçek değerini ancak onu yitirdiğimizde anlıyoruz. Türk halkının hoşgörü ve iyi niyetini ve çok değerli yetilerini hiç unutmayan Yahudiler bu korkunç kasırganın içinde en keskin ve güvenli dayanaklarını yitirdiklerini ne yazık ki bugün anladılar.
Pek çok sıradan insan, yaşlı gözlerle, Osmanlı vatanının yıkımını akıllarından geçirmekte güçlük çektiklerini söylediler. Hatta ben, Türk yönetiminin huzursuzluk oluşturan kimi davranışlarına karşın, silahsız, perişan halde, bir parça ekmek dilenmek durumunda kalan askerlerimizi gördükçe, kalbimde bir eziklik hissediyorum.
Yunanlılar ordugahımızı işgal ettiler, askerlerimiz yollarda kaldı! Dolayısıyla Yahudiler, Rum yurttaşlarımızın Yunanistan’dan gelen kardeşlerini heyecanla karşılamalarını ilgisizce izlediler. ‘’ (Archives de I’AIU,Grece, I/c.49, 1912)
Mevcut rejimin korunmasını arzulayan Selanik Yahudi halkı çoğunluktaydı. Hatta kimileri Sinagoglara gidip Türk ordusunun zaferi için Dua etmişlerdir. Çoğu kimse de, bir Türk gazetesinde, Yunan ordusunun yenildiği ve on bin askerin esir alındığını bildiren yalan bir haberin yayınlanması üzerine memnuniyetlerini dile getirmiştir. Yalnız bu tutumları tepkiyi de beraberinde getirmiştir. Çünkü Selanik’in Yunanlaşmasının başarısızlığının faturası Yahudilere kesilmiştir ve Başkomutan Konstantin 27 Ekim 1912’de Selanik’te yayınlanan Embros gazetesinde şu makaleyi yayınlamıştır12:
‘’ Yahudilerin çoğu heyecana kapılarak ulusal isteklerimizi baltalama yoluna girmişler, bilinçli olarak Yunanlı kardeşlerimizin girişimlerini engelleyici tavır takınmışlar ve bunu art niyetlerle yapmışlardır.
Onların asıl duyguları olan art düşünce, mağluplara karşı cesaretlendirici bir yaklaşım benimsemelerine neden oldu. Tüm hilelerine izin veren ve tüm namussuzluklarını mükafatlandıran Türklerle yaşayabilecekleri düşüncesindeydiler.
Bu yüzden, Yunanlı hemşerilerimize şu öneride bulunacağız: Kimi Yahudi hemşerilerimizin utanmazlıkları nedeniyle onlara kin beslemeyelim, sadece onları hiçe sayalım, onlar ancak buna layıktırlar.
Yunan gururu Yahudilerin bu alçaklıklarını ciddiye alacak dereceye düşürülmemeli. Şüphesiz Yunan idaresinde Selanik’in Yunan ordusu tarafından fethinden korkmalarının yersiz olduğunu anlayacaklardır. ‘’ ( Embros, Selanik, 1912 )
Yine Selanikli Yahudilerin durumları hakkında araştırma yapmak üzere Avrupa Yahudilerinin ileri gelenlerinden bir komisyon Selanik’e geldiğinde, komisyonun geldiğini haber alan Selanik Yahudileri birkaç bin kişilik bir alay oluşturup, tamamının başında fes olduğu halde karşılama için istasyona gitmişlerdir. Yunan memurları ise Yahudilerin ellerine Yunan bayrakları alacakları yerde tamamının fes giyerek Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını sergilemelerine çok kızdıklarından, feslere saldırmışlardır. Sinagogunun pencerelerinden de ahalinin görmesi için dört Osmanlı bayrağı çıkarılmıştır. Akabinde Yunan hükümetinin Selanik’te yapmış olduğu tutuklamaların büyük bir kısmı da Müslüman ve Yahudilerden oluşmuştur13
Elbette ki insanın olduğu yerde, herkesin aynı tepkiyi vermesi de düşünülmez ! Bu bağlamda askere alınmamak için saklanan, yabancı devletlerin uyruğuna geçen, ülkeden ayrılan Türk Yahudileri de olmuştur. ( Siren Bora – 1994 ) . Tıpkı savaşları hep beraber savaşarak kazanmadığımız gibi. Mesela bu konuda Muazzez İlmiye Çığ’la yapılan röportajlardan oluşan Çivi Çiviyi Söker14 adlı kitapta, Çığ ilginç bir olay anlatmaktadır:
‘’ … Babam oradan Pazarcık’a tayin olmuş. Pazarcık Bursa’nın bir kazası. Biz oradayken İnönü Savaşları başladı. İkinci İnönü Savaşı’nda düşman geliyor. Babam o günleri anlatırken, bir tek top vardı; bizim askerler bütün tepelere soba boruları koymuşlar, topu o tepeden bu tepeye dolaştırıp ateş ederek, çok top varmış izlenimi oluşturmaya çalışıyorlardı, derdi. Bu sırada düşman Pazarcık’a giriyor. O gün babam mektebin büyük bayrağını alıp eve geldi. Annem, ne yaptın seni öldürecekler, diyordu. O da, ilk yapacakları bayrağı yırtmak, nasıl bırakırdım, diyordu. Bunu gayet iyi hatırlıyorum. Tabii bizi dışarı çıkartmadılar. Annem anlatıyordu, küçük kardeşim iki yaşında o zaman, eline bir bıçak alıp, Yunanlıları keseceğim, diye çıkmış. Evde büyük bir telaş. Neyse yakalayıp getirmişler. Yunan askeri geldiğinde, kasabadan bazıları iki yüz kişinin adını yazıp, bunlar Kuvvayı Milliyeci diye, gelen düşman komutanına vermiş. Babamın ismi de başta. Ama üç gün sonra bizim asker gelmiş ve düşman kaçmak zorunda kalmış. Yunan komutan kaçmadan önce, bakın sizin halkınız bana ne verdi, ama ben burada doğduğum için üzerinde durmadım, diyerek listeyi kaymakama vermiş… ‘’
İki yaşındaki çocuk bıçakla vatanını korumaya giderken, Kuvvayı Milliyeci diye Yunanlılara askerlerimizi gammazlayan bir kısım insanlar ve listeyi dikkate almayan bir Yunan… Bazen iki kere iki dört etmeyebiliyor!
Sonuç itibariyle görülüyor ki Türk Yahudileri yapılan savaşlarda cemaat olarak vatanlarına sadık kalmış, bunu da canlarıyla, kanlarıyla göstermişlerdir. Tam tersi tutumda olanlar da içimizdekilerden ne daha azı ne de daha fazlasıdır!
- Karpat, K. , H. ( 2010 ). Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler. Timaş Yayınları.
- https://www.odatv4.com/guncel/israil-basbakani-canakkale-gazisi-cikti-1105161200-94120
- http://www.canakkalemuzesi.com/
- DURMUŞ, F. (2019). Gelibolulu Yahudi Behor Bir Eşkıya mıydı Yoksa Kuva-yi Milliyeci mi?. İsrailiyat, (4), 101-107.
- Yalçın, S. (2004). Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı (Vol. 1). Timas Yayinlari
- https://www.konak.bel.tr/files/knk-nisan-2016pdf_21-04-2016_07-01-57.pdf
- Bora, S. (1994). Birinci Dünya Savaşı ve İzmir Yahudileri (1914-1918) . Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi,2(4),0-0.Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/cttad/issue/25230/266695
- Sonyel, S. R. (1993). Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu Kurtuluş Savaşı ve Museviler. Osmanlı Araştırmaları, 13(13).
- https://www.youtube.com/watch?v=6OgV0XyrC_g
- Güler, A. ( 2009 ). Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlıklar. Berikan Yayınevi.
- Levi, A. ( 2017 ). Türkiye Cumhuriyeti’nde Yahudiler. İletişim Yayınları.
- Molho, R. ( 2005 ). Selanik Yahudileri 1856-1919 Özel Bir Cemaat. Bağlam Yayıncılık.
- Mutlu, C. (2013). Balkan Savaşları’ndan Sonra Selanik Musevileri (1912-1943). History Studies, 5, 71-88.
- Öztürk, S., & Çığ, M. İ. (2002). Çivi çiviyi söker: Muazzez İlmiye Çığ kitabı (Vol. 181). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.