Türkiye, yaşanan gelişmeleri, müttefiklerine duyduğu güvensizliği tamir, ilişkileri karşılıklı sağlıklı bir zemine taşıma ve yapıcı diyalog fırsatı olarak değerlendirebilir. Bu da Türkiye’nin normalleşmesi adına kritik önemde.
İsrail ve Türkiye Dışişleri Bakanlıkları, çarşamba günü eş zamanlı olarak ikili ilişkileri büyükelçiler seviyesine çıkaracaklarına dair ortak bir açıklama yaptılar. Açıklamayı takiben, İsrail Başbakanı Yair Lapid, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la bir telefon görüşmesi yaptı. Külliyeden konuyla ilgili yapılan açıklamada, 9 Mart’ta İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve 23 Haziran’da İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’in, Ankara’da art arda yaptıkları temaslarda kararlaştırılan çerçevede ilişkileri geliştirme konusunda mutabık kaldıkları belirtildi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da 25 Mayıs’ta İsrail’i ziyaret etmişti.
İki ülke ilişkileri, Mayıs 2010’da yaşanan Mavi Marmara olayını takiben siyaseten kopmuş; taraflar, karşılıklı olarak, büyükelçilik ve başkonsolosluklarını kapatmamakla beraber diplomatik ilişkiler elçi müsteşar seviyesine indirilmişti. Amerika’nın devreye girmesine rağmen, ilişkilerin yeniden tesisi ve büyükelçiler seviyesine taşınması altı yıl aldı.
İç ve dış politika arasındaki hassas zırhı kaldıran Erdoğan hükümetleri, 16 Nisan 2017 Anayasa referandumuna 4 ay kala İsrail’le ilişkileri büyükelçi seviyesinde temsiliyete çıkardı. Başarı olarak nitelendirilebilecek bu gelişmenin Erdoğan’a sandıkta avantaj sağladığı sorgulanabilir olsa da tersini söylemek mümkün değil. Ancak bu normalizasyon uzun sürmedi.
Dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Aralık 2017’de, Kudüs’ü, İsrail’in başkenti ilan etti; Mayıs 2018’de de kızı ve damadı – ki her ikisi de Başkan’ın danışmanları olma sıfatları ile – Kudüs’te inşa edilecek yeni ABD Büyükelçilik binasının giriş duvarına törenle “plaket” çaktılar. İsrail-Gazze sınırında patlayan protesto gösterilerine İsrail sert karşılık verdi. Erdoğan da tepkisini, İsrail’in Ankara’daki Büyükelçisi Eitan Naeh’in hızlıca sınır dışı edilmesi kararıyla sergiledi. Naeh, İstanbul Havalimanı’ndan çıkış yaparken de büyükelçi seviyesindeki bir kişiye uygulanmayacak güvenlik taramasından geçirtildi.
İlişkiler neden iyileştiriliyor?
Erdoğan’ın yıllar içinde İsrail’e yönelik ağır sözlerini de anımsayarak bugünkü geldiğimiz noktaya baktığımızda, ilişkilerin bugün neden iyileştirilmesine karar verildiğini; bunun, kime ve nasıl hizmet ettiğini sorgulayabiliriz. Ki bu soruların cevapları, kolay ve net. Yaşadığımız coğrafyanın güç dengesine baktığımızda, Türkiye ve İsrail’in birbirlerine düşman olmaktansa iş birliği içinde olmaları kendi çıkarlarına hizmet etmekte. Bu, İsrail’le Filistin davası adına ipleri kopardığımız gün de geçerliydi; bugün de.
Hamas’ın İsrail’e karşı kullandığı şiddeti makul gören Erdoğan hükümetleri, Filistinliler ve Kürtlerin tarihin kader ortakları oldukları hissiyatlarını görmezden geldiler. Halbuki Türkiye, zamanında, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yasir Arafat’ın, PKK’nın, Bekaa Vadisi’nde eğitim görmesine aracılık etmesiyle ve bir dizi imkandan faydalanması için gösterdiği gayretle de uğraşmak zorunda kalmıştı.
Yüzeysel ve algı düzleminde bakıldığında, haksızın yanında ve güçlünün karşısında durmak bireyi adeta “kahraman” gibi iyi hissettirebilir. Gerçekte olan ise her zaman göründüğü gibi olmayabilir. Dış politikada da benzeri durumlar vardır ve ülke çıkarlarını isabetli gözetebilmek adına, orta yolu bularak siyasi kararları şekillendirmek elzemdir.
Erdoğan’ın hamlesi hafife alınamaz
Erdoğan’ın seçmeni, Cumhurbaşkanı’nın vatanperverliğinden şüphe duymuyorsa – ülkesinin toprak bütünlüğüne kast etmiş bir tarafla ikinci defa ilişkileri normalleştirme çabasına girmiş olmasını beklemesi akıl dışı olur. Tersi, Truva atının, çok yüksek mevkilerde olduğunu açık eder ki bu, büyük hayal kırıklığı yaratmakla kalmaz, ötesinde başka olayları da tetikleyebilir.
Haliyle de Türkiye, bu gelişmeleri müttefiklerine duyduğu güvensizliği tamir, ilişkileri karşılıklı sağlıklı bir zemine taşıma ve yapıcı diyalog fırsatı olarak değerlendirebilir. Bu da Türkiye’nin normalleşmesi adına kritik önemdedir.
Erdoğan’ın, ikinciye bu hamleyi yapmış olmasının önemi hafife alınamaz. İsrail’le ilişkileri, Türkiye’nin doğrudan meselesi olmayan Filistin davası yüzünden koparan taraf Erdoğan hükümetleri tarafıydı. İlişkinin yeniden tesisinde de belki Herzog’un Ankara’yı ziyaretindense Erdoğan’ın İsrail’e gitmesi daha isabetli olabilirdi. İsrail tarafının böyle bir beklenti içine girmeden attığı adımları, görselden ziyade içerikte işleri sağlam tutmaya öncelik vermesi olarak okumak gerekir.
Çözüm odaklı politikalar
Neticede İsrail, Türkiye’nin, Erdoğan hükümetleri boyunca Hamas perspektifinden İsrail’i değerlendirme yaklaşımına ket vurdu. Bu, Türkiye’nin, Filistin davasına kayıtsız kaldığı ve/ya umursamadığı anlamına elbette gelmiyor. Aksine çözüm odaklı politikaların tesisi için etkin bir güç olarak kendini yeniden ve belki de daha sağlam konumlandırmasına olanak sağlayabilir. Artık kimsenin ikinci bir Eitan Naeh vakasına istekli olmadığını ve önleyici tedbirlerin baştan alınarak yol yüründüğünü varsaymak ve büyükelçiler atamasının Herzog ve Lapid’in ziyaretlerinin ardından gelmesinin bu tedbirliliğin bir devamı olduğunu düşünmek isabetli olur.
TÜLİN DALOĞLU
Bu yazı daha önce İkinci Yüzyıl’da yayınlandı.