VİKET SADİ
Gelen telefonlardan biri de Oda TV yazarı Soner Yalçın Bey’di. Bana, “Babanız benim dostum, arkadaşımdı. Dürüst, cesur yazardı. Kendisine son görevim olarak bir haber yazmak isterim. Özel hayatı ile ilgili birkaç sorum olacaktı” dedi. Daha önce de ofisi tarafından liste şeklinde birkaç soru gönderildi –kaç senedir evli, kaç çocuğu var?– gibi sorular. Bir kısmına cevap verince Soner Bey’in şaşırdığını gördüm, “Hiç anlatmadı, ne ketum adamdı. Konuşurduk devamlı, ondan her sabah bir veya iki yazı alırdım. Hayatımda gördüğüm en çalışkan adamdı. Ama özelini anlatmazdı” dedi. Doğrusunu söylemek gerekirse bu listeye cevap vermek bana biraz kuru geldi.
Soner Bey’e “Bunu ben bir yazayım. Size cenazesi, mevlüdü hakkında da haber yaparım” dedim. Sağ olsun sevinerek, memnuniyetle kabul etti.
Herkes için O gazeteci, yazar Rafael Sadi’ydi. Fikirleri, üslubu, cesareti, kendine sadıklığı, jargonu ile eşsiz bir kişilikti.
Ama hepsinden önce O benim babamdı. Tahtakale’deki fırçacı Aaron’un, Terzi Viktorya’nın ikinci ve en küçük çocuğu Rafael’di. Yani iki kardeşlerdi; bir de ablası var Beki… Allah uzun ömürler versin.
Babam 1955 senesinde İstanbul Kasımpaşa’da dünyaya gelmiş, çocukluğu gençliği babasının yanında Tahtakale’de geçmiş. İlkokuldan lise sona kadar Musevi Lisesi’nde okudu. Sonra Aksaray İktisat ve Ticaret Yüksekokulu, şimdiki adı ile Marmara Üniversitesi’nde okudu ancak mezun olmadı.
NEDEN MEZUN OLAMADI
Zor dönemlermiş o zamanlar. Türkiye’nin sıkıntılı zamanlarıymış. Sınavlara gidememiş. O zamanlarda da sayın Tayyip Erdoğan ile sınıf arkadaşıydı. Aynı zamanda da çok aktif bir kişilikti. Yıldırım Spor Kulübü’nde başkanlık yapmıştı.
O zamanlarda kendisini iyi tanıyan dostu, İsrail’deki Türk Göçmenleri Kurumu Onursal Başkanı Sayın Selim Salti, babamın cenazesinde yaptığı methiyede şöyle tarif etti;
“Rıfat’ı bundan yaklaşık 50 yıl önce İstanbul’da tanıdım. O zamanın Yıldırım Spor Başkanı olarak, Ona inanmış ve kulübün sosyal kısmında lokal yönetmenliği görevini vermiştim. O günden şu ana kadar birbirimizden hiç kopmadık ve dost kaldık. Ne yazık ki şu an fiziksel ayrılma anı ve acı anımızdır.
Rahmetli Bensiyon Pinto’nun (Eski Türkiye Yahudi Cemaati Başkanı) sağ kolu gibi karşılık beklemeksizin uzun yıllar çalışmıştı. Sosyal hayatında herkesin yardımına koşan mert bir insandı, dürüsttü, etik davranırdı. Kısaca doğru bir kişiydi. Aynı Rıfat’ı İsrail’e taşındığında benzer faaliyette görürüz. Türk göçüne yardım etmek üzere kurulmuş IYT’de uzun yıllar usanmadan görev almış ve büyük bir kitlenin sevgisini kazanmıştı.”
ÇOK İYİ BİR OKURDU
Babam çok ciddi bir okurdu. Hayatım boyunca kendisini hep okurken gördüm. Evin her tarafına kitaplar, dergiler, magazinler bırakırdı. 300 sayfalık bir kitabı ilgisini çekerse bir gecede silip süpürürdü. İsrail’de yaşadığımız için Türkçe kitap kolay bulunan bir şey değildi. Eskiden internet yoktu, online okuma yoktu. Türkiye’den kim gelirse en büyük ihtiyacı kitap ve dergiydi. Tabii sucuk, pastırma, kaşar peynirini saymazsak.
Her konu hakkında derinden bilgisi vardı, adeta ansiklopedi gibiydi. Google icadından evvel evde özel Google’ım vardı sanki. Zaman geçtikçe internet geldi, Google geldi. İlk seneler kendisine Google kullanarak meydan okumaya çalışmıştım. Yaş itibarı ile daha teknolojik idim. Bilmediği bir konu bulup üstesinden gelmeye çalışıyordum. Bundan çok büyük bir zevk aldığını görüyordum. Fakat bu meydan okuma sezonu çok çabuk bitmişti. Google interneti çok çabuk çözmüştü ve sanki evdeki kitaplara yaptığı gibi Google’ı da silip süpürmüşçesine kat kat katlamıştı kendisini. Bu bilgeliğine hayrandım ve hayatım boyunca da hayran kalacağım.
Yemeği çok severdi. Usta bir yiyiciydi. Çoğu dünya mutfağını tatmış, her tür baharattan anlayan, yemeğin iyisini nerde bulabileceğini bilen biriydi. Birine yol tarif ederken lokantalar üzerinden tarif ederdi. “Köfteciyi geç, sağa dön ilerde sağlam bir lokanta var açsan orda ye. Sonra dondurmacıdan sola dön” gibi tarifler duyardınız.
Bu yemek sevdası bulaşıcıydı sanki. Karşısında oturup iştahlanmamak imkansızdı…
“BİZ TÜRKLER HEP KOLONYA KULLANIYORUZ”
“Body Positif” terimi icat edildiğinde, biraz covid sürecinde tüm dünyanın ellerini alkol jeli ile hijyen sağlamayı öğrenmesine bir Türk gözü ile bakmak gibi bir şey idi. “Yahu biz Türkler birkaç yüzyıldır kolonya kullanıyoruz. Covid geldi de dünya hijyeni yeni öğrendi” dedirtircesine.
Fazla kilolarla barışık olmayı, ne olursa olsun kişiliğim, benliğimle öne çıkmayı öğretti bana. Doğru bildiğimden şaşmamam gerektiğini, cesur olmayı öğretti bana. “Sen ne yaparsan en iyisini yaparsın” derdi.
Her zaman duymaya, tatmaya ve yeni şeylere açık bir insandı. Sanırım kendisini bu kadar özel yapan şey de buydu.
Devamlı birilerine yardım ederdi. İşini gücünü bırakıp tanıdığı tanımadığı insanlara yardım ederdi. “İşin var baba sonra neden yapmıyorsun?” diye sorduğumda “Onun ihtiyacı daha acil” derdi. Hep güler yüzle, espriyle yapardı her şeyi… Mizah, hayatının yoluydu onun için.
TÜRKİYE AŞIĞIYDI
Her şeyden en önemlisi iki ülkesini, Türkiye ve İsrail’i çok severdi. Bulunduğu her yerde muhakkak iki bayrak olacak. Biri Türk bayrağı öbürü İsrail… “Bizim iki ülkemiz var, bu bizim zenginliğimiz. O kadar sevdiğimiz iki ülkenin arasında köprü olmak bizim görevimiz. Çünkü iki tarafı da en iyi biz anlayabilir, köprüyü biz kurabiliriz” derdi. Adeta hayatının son 20 senesini buna adadı. Hiçbir karşılık almadan saf ve sade vatan sevdasıydı bu.
Ağabeyim Aaron Sadi, cenazesinde yaptığı methiyede söyle tarif etti;
“Benim için bir arkadaş, öğretmen, abi ve takdire şayan bir figür idin. Kocaman kalpli ve zekalı bir baba. Kitap insanıydın, araştırmayı, analiz etmeyi, öğrenmeyi tabii ki yazmayı çok severdin. İki ülkeni çok severdin, o kadar sevdiğin ülkeleri birleştirme çaba yolculuğunda gece gündüz hiçbir karşılık almadan çabalardın. Bize kocaman bir kalıt bıraktın ve bu yolu devam ettirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız.”
Babamın mevlüdüne o kadar çok kişi geldi ki eve sığmadı insanlar. Mevlüdün son gecesini IYT Başkanı Oktay Gülerşen sağ olsun IYT kulübünde yapmak durumunda kaldık artık. Son gece yemek (Seuda) servisi yapılır, bunu da evde yapmamız imkansızdı.
ERDOĞAN SINIF ARKADAŞINI UNUTMADI
Tüm başsağlığı dileyenlerin arasında en özeli de Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.
Kendisi Türkiye’ye döner dönmez beni bizzat aradı. Dürüstçe söylemek gerekirse çok duygulandım. Taziye mektubu gelir belki diye düşündüm ama hayır… Bizzat aradı, başsağlığı diledi.
Babamın yıllarca tarzıyla, üslubuyla, çevrilen birtakım dolaplarda arkasında durduğu için teşekkür etti. Kendisine, uzun yılladır tanışık olduklarını bildiğimi söyledim. “Daha siz ilk başbakan olmadan evvel, babam sizi televizyonda izledi ve ardından ‘Bu adam başbakan olacak’ demişti. ‘Neden onun başkan olmasını istiyorsun?’ diye sorduğumda ‘Arkadaşım çünkü. Onunlar beraber üniversitede okumuştuk’ demişti” dedim.
“Kendisi ile en son İsrail ziyaretimde görüşmüştük” dedi. Ardından annemin hatırını sordu, “Kendisi hala şokta, çok ani oldu hiç beklemiyorduk” dediğimde beni teselli etti “Maalesef hayat böyle işte.”
Ardından Türkiye’ye gelip gelmediğimizi sordu. “Doğrusunu söylemek gerekirse geliyoruz. Hatta haftaya belki gelme ihtimalimiz var” dememin üzerine şöyle bir yanıt verdi, “Bu aradığım telefon numarası ekranında gözüküyor, onu kaydet benim özel kalemimin telefon numarası bu. Geleceğiniz zaman haber ver görüşelim. İlla Ankara’da olmak zorunda değil, İstanbul’da da olabilir”
ERDOĞAN’IN TELEFONU DUYGULANDIRDI
Şimdi politikayı bir yana bırakalım, kişisel fikirleri bir yana bırakalım. Cumhurbaşkanı’nın arayıp dostça, candan -ve içtendi- başsağlığı dilemesi beni duygulandırdı. Aynı şekilde babamın İsrailli gazeteci dostları da bu telefon görüşmesi hakkında Rafael Sadi anısına röportaj yapmamı istediler. Abim mezarı başında bir söz vermiş “Bu yolu devam ettirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız.” diye… Hayır diyemedim.
Son olarak söylemek istediğim babama olacak:
Dünya seni kaybetti, ama ben babamı kaybettim. BİR EFSANE DÜŞTÜ!
Ruhun şad olsun.